Burc Karakas · 21 Eylül 2020
Dünya müzik piyasası dendiğinde büyük bir sirkülasyonun olduğunu biliyoruz. Birileri gidiyor yerine birileri geliyor gibi. Fakat bazı isimler var ki bu isimlerin yerine kimse gelemiyor ve o isimler daima yerlerinde sabit kalıyor. Onlar kim mi? Örnek vermek gerekirse; Stevie Wonder, Rolling Stones, Bee Gees, Led Zeppelin, Genesis diyebiliriz. Peki bu efsanelerin müzik dünyasında kazandırılmasında bir Türk büyük bir role sahip desek ne dersiniz? İşte o Türk "Ahmet Ertegün".
Çoğu kişiye göre Atatürk'ten sonra dünya üzerinde en fazla tanınan Türk olarak adlandırılan Ahmet Ertegün'ün başarılarla dolu hayat hikayesini sizler için araştırdık ve yazdık.
Ahmet Ertegün, 1923 yılında İstanbul’da doğdu. Babasının görevi dolayısıyla İsviçre, Paris ve Londra'da eğitim gören Ertegün, 1935 yılında babasının Washington’a Türkiye Cumhuriyeti büyükelçisi olarak atanan babasından dolayı, ailesiyle birlikte ABD’de yaşamaya başladı.
Köklü bir aileden gelen Ahmet Ertegün'ün ailesinde devlet erkanından çok fazla akrabası olmasına rağmen ailesinin gücünü kabul etmek istemedi ve bir gün annesinin kendisine henüz 14 yaşındayken dinlettiği enstrümental "West and Blues" (Cootie Williams) albümü ve yanında hediye ettiği kayıt cihazıyla müzik hayatı amatör de olsa başlamış oldu.
14 yaşında başladığı müzikal çalışmalarında Ertegün bir yandan çalarken kendi yazdığı sözleri mikrofona seslendiriyor ve bunları kaydediyor, abisi Nasûhî Ertegün ile birlikte odalarında sevdikleri müzikleri dinliyorlardı.
"16 yaşındayken bir pop müzik uzmanı sayılabilecek kadar bilgim, 18 yaşındayken de 50 bin plağım vardı"
diyen Ertegün, abisi ile beraber o yıllarda Duke Ellington, Lena Horne, Jelly Roll Morton gibi sanatçılarla arkadaşlık kurdu.
1945 yılı geldiğinde ailenin direği baba Münir Ertegün hayata veda eder ve aile Türkiye'ye döner fakat abi kardeşABD'de kalmak isterler ve Ahmet Ertegün için St. John's Üniversitesi'nde Felsefe bölümü macerası başlar.
Ertegün Kardeşler, 1947 yılında Herb Abramson ile beraber, aile dostları olan diş hekimi Dr. Vahdi Sabit'den 10 bin dolar borç alarak Atlantic Records adlı plak şirketini kurdu. Siyah müzisyenlerle arasındaki iyi bağlardan ötürü dönemin en önemli jazz müzisyenleri hiç düşünmeden anlaşmalarını onunla yapmışlardır.
1947’de Atlantic Records albümlerini çıkarmaya başladı. İlk olarak stüdyolarında Harlemaies’in "The Rose of the Rio Grande" albümü kaydedildi. 1949yılının Nisan ayında çıkarılan Stick Mcghee’in "Drinkin’ Wine Spo-Dee-O-Dee" albümü, 1 milyondan fazla satışı ile Atlantic’in ilk hiti oldu. 1955 yılında Elvis Presley’e kontrat imzalaması için 25 bin dolar teklif edildi, ancak 20 bin dolar farkla sözleşme RCA Records plak şirketine satıldı. 1959'da Arif Mardin de aralarına katıldı.
Ray Charles, Aretha Franklin, Ella Fitzgerald, Miles Davis gibi isimlerin albümlerinin yapımcılığını üstlenen Ertegün kardeşler; Frank Zappa, Stevie Wonder, Rolling Stones, Bee Gees, Led Zeppelin, Genesis, Emerson Lake and Palmer, Bette Midler gibi birçok ismin üne kavuşmasında büyük rol oynadı.
Ertegün, Amerikalı ünlü caz yorumcusu Ray Charles’ın 1952-1959 yılları arasında seslendirdiği kayıtlardan derlenen “Pure Genius: The Complete Atlantic Recordings” adlı koleksiyonun yapımcısı olarak “en iyi tarihi albüm” kategorisinde Grammy Müzik Ödülleri'ne aday gösterildi. Daha önce üç farklı alanda Grammy Ödülü kazanmış olan Ertegün, 2006 yılı töreninde “icon” adı verilen Onur Ödülü’ne layık görüldü. Bu ödül, müzik dünyasına emeği geçen kişiler için ilk kez verilmeye başlanmıştı. Ertegün, ödülünü alırken tek cümle söyledi:
"Bana bu imkânı tanıyan Amerika'ya ve sevgili anavatanım Türkiye'ye teşekkür ederim."
Başarılarla dolu bir hayat, büyük bir girişimcilik örneği ve dünya müzik piyasasına yön veren bir isim olarak Ahmet Ertegün'ün ölümü de sahnede olmuştur. 29 Ekim 2006’da New York’ta bir Rolling Stones konseri sırasında ayağının kayması sonucu düşerek başını vuran Ertegün hastaneye kaldırıldı. New York Presbyterian Hastanesi’nde yapılan ilk müdahalesinden sonra yoğun bakıma alındı, 14 Aralık 2006 günü vefât etti. Naaşı, Türkiye'ye getirilerek 19 Aralık 2006'da âilesinin diğer fertleri gibi Üsküdar Özbekler Tekkesi'nin haziresine defnedildi.
Hayalinizdeki üniversiteyi bulalım