Burc Karakas · 17 Aralık 2021
Yaratıcılığının Herkese Örnek Olması Gereken Bir Sanatçı Jackson PollockKalemi istediği gibi yönlendiremiyordu. Doğru bir şekilde çizemiyordu bile. Arkadaşlarının dalga geçmesine karşın vazgeçmedi resimden. Söyleyecek bir şeyleri vardı ama bunu nasıl yapabileceğini bilmiyordu henüz. Zaman geçtikçe herkese yetenekli biri olduğunu gösterecek, Amerikan sanat akımı soyut dışavurumculuğun temsilcisi olacak ve sanata All Over Kompozisyon ve Dripping gibi terimler katacak, hatta Amerika Avrupa özentisi olmadığı için onu bağrına basacaktı.
Soyut ekspresyonizm de denen, eleştirmen Clement Greenberg'in tabiriyle resimsel soyutlamadır. 1940'ların ortalarında New York'ta ortaya çıkmıştır. Ressamların gerçek nesnelerin temsiline yer vermeden sadece renk ve şekillerle ifade ettikleri bir tür soyut sanattır. Soyut dışavurumcu sanatçılar genellikle büyük boyutlu tuvallerin üzerine yüzeysel soyut biçimlere yer vererek, damlatma, fırlatma, kazıma gibi farklı teknikleri kullanarak eserlerini vermişlerdir. Akımın ilk ressamları konu olarak primitif, antik ve mitolojiyi seçmişlerdir. Soyut dışavurumcu sanatçıların ortak özellikleri New York'ta yaşıyor olmaları, çalışmalarını New York'ta gerçekleştirip buradaki galerilerde sergilemeleridir. Bu özellikleri nedeniyle Ne York Okulu Sanatçıları olarak da anılmışlardır.
Paul Jackson Pollock, 28 Ocak 1912'de Stella May MacLure ve Le Roy Pollock'un beşinci çocukları olarak dünyaya gelir. Bir ölçümcü ve yol işçisi olan babası, evden uzakta çalışır. Otoriter yapıdaki annesinin, yetişkin olduğunda uzlaşmaz ve aykırı bir kişiliğe sahip olmasında etkisi büyüktür. Hayatı boyunca otorite tanımayan asi kişiliği ve alkolizm gibi problemleri, işinden olduğu gibi okuduğu okullardan da atılmasına sebep olmuştur.
1921'de ailesinden ayrılarak Los Angeles'a giden ağabeyi Charles'in The Dial sanat dergisinin baskılarını eve göndermesiyle Pollock'un modern sanat ile tanışıklığı başlar. 1928'de Los Angeles'a giden Pollock, El Sanatları Yüksek Okulu'nda illüstratör ve ressam Frederick Schwankovsky'nin atölyesine girer ancak 1929 yılında okuldan atılır, daha sonra tekrar kabul edilir ve okul yönetimiyle yaşadığı sorunlar yüzünden tekrar okuldan çıkarılır. 1930 yılı New York'a taşınan Pollock için önemli bir yıl olur. Greenwich House'da Ahron-Ben Shmuel'in sınıfına ardından da Thomas Hart Benton'ın Sanat Öğrencileri Birliği'ndeki resim atölyesine katılmayı başarır.
(Woman, 1930-33)
Frederick John Vrain Schwankovsky ressam ve çizimcidir. Frederick gençken Detroitlidir ve ailesinin piyano işinde çalışmıştır. Sanat Öğrencileri Yarışmasına katılıp Pensilvanya Akademisine kabul edilmiştir. 1917'de manzarasını resmettiği Güney Kaliforniya'ya taşınır. 1919-1947 Los Angeles'taki El Sanatları Yüksekokulu Sanat Departmanının başıdır ve Laguna Sahili Sanat Derneğinin aktif bir üyesidir. Daha sonra 1974'te öldüğü Humbolt'a taşınmıştır. Pollock'un tavırları yüzünden pek anlaşamasalar bile Polluck'un sanata bakış açısını şekillendirmiş ve Soyut Dışavurumculuğa yönelmesine büyük katkı sağlamıştır.
Pollock kadınlara sarkıntılık sarkıntılık etmeyi seviyordu. Bir gün New York'ta ressam John Graham'ın düzenlediği bir partiye katılır ve Lee Krasner adlı genç bir ressam ile tanışır. Krasner ile Pollock daha önce de karşılaşmışlardır. Pollock genç ressama uygunsuz bir teklifte bulunur ve Krasner tokadı patlatır. Bu durum Krasner'in Pollock'a aşık olmasına engel olamamıştır. Sanatçının kişiliğine hayran olan Krasner onu yakından izlemeye başlar ve bir süre sonra birlikte yaşamaya karar verirler. Krasner resim yapmaktan vazgeçip tam bir ev kadını olur ve evlenirler.
Evlendikten sonra şehir dışında yaşamaya başlarlar. Bu arada Pollock içki içmeyi azaltmış ve kendini tamamiyle resme vermiştir. Bu durum fazla uzun sürmez. Bir gün kolunun altında bir kasa birayla toprak yolda bisiklet sürerken düşüp çok kötü yaralanır ve doktoru ona içkiyi bırakıp sakinleştirici almasını tavsiye eder. Pollock'un içki bağımlılığı Krasner'i çok yıpratır. Büyük ihtimalle Krasner şiddete maruz kalmıştır. Başlarda inkar etse de sonra tedavi olmayı kabul eder ve yeniden resim yapmaya başlar. Pollock onun resimlerini çok kıskanır artık ayrılmak kaçınılmaz olmuştur ama evliliklerini asıl bitiren Pollock'un Krasner'i Ruth Kligman ile aldatması ile olmuştur ve Lee Krasner evi terk etmiştir.
Kötü bir sarhoştur ve herkesle kavga eden bir kişiliği vardır. Bir gün abisi Charles'ın resimlerine baltayla saldırmıştır. Ailesi onu akıl hastanesine bile yatırmıştır ama Pollock alkolik olduğunu bir türlü kabul etmemiştir. İçmemeye başlayınca bu durumu hastanedeki görevlilere bile yutturmuştur. Pollock 1939 yılında artan psikolojik sıkıntıları nedeniyle Dr. Joseph Henderson'a başvurur, yaptığı bu görüşmeler sanat hayatında önemli rol oynar. Bir yıldan fazla süren tedavinin sonunda 1940'ta Dr Henderson'un New York'tan ayrılmasıyla Pollock tedaviye Dr. Violet Staub de Laszlo ile devam eder. Tedavisinde resim çalışmaları önemli rol oynamıştır.
Pollock'un damlatma tekniğiyle ilgili bir sürü rivayet vardır. Kazara boyayı devirmiş olabilir, sinirlenip boyayı tekmelemiş olabilir gibi. Bu durum icat edilmiş bir durum değildi. Diğer modernistlerde boyayı damlatır, serper ve püskürtürdü ama Pollock'ta farklı olan bütün tuvali damlatarak kaplaması değil, bu teknikteki ustalığıydı. Öyle bir kontrol geliştirmişti ki, boyayı nereye istiyorsa, küçük ya da büyük damlalar şeklinde uygulayabiliyordu. Büyük tuvallerin hantal olduğunu düşündü ve onları yere yatırdı. Damlaları tuvallerin üstüne yukarıdan damlattı bu çok mantıklıydı. Pollock'u sanatı tam ve eksizsiz bir kontroldü.
(The Flame, 1939)
Thomas Hart Benton'ın Sanat Öğrencileri Birliği'nde Pollock The Flame gibi resimler yaparak yavaş yavaş somut resimden uzaklaşır.
(Man with Knife, 1938-1940)
1940'ların başında figüratif resimler yapan Pollock, özellikle Picasso, Miro, Arshile ve Gorky'den etkilenmeye başlamıştır. Etkilendiği bu sanatçıların eserlerinden öğrendikleri ile Azteklerin ve Amerikan yerlilerinin imgeleri ve Jung'un simgelerinin birbirine karıştığı gerçeküstü resimler ortaya çıkarır.
(The Bird, 1941)
(Male and Female, 1942)
Dikey bir kompozisyon oluşturan eser, Jung'un bahsettiği zıtlıkların birleşmesi konseptine uymaktadır. Anima ve animus arasındaki ilişkiden bahsetmek mümkündür. Jung öğretisinde; erkek bilinçaltındaki feminen içsel kişilik anima, kadındaki maskülen içsel kişilik de animus olarak adlandırılır.
(The She-Wolf, 1943)
Mağara resimlerini hatırlatanbu resim için eleştirmen şöyle demiştir; '' O kadınlarla olumsuz prensipler üzerine arkadaşlık ederdi. Çatışma kendini açıkça The She-Wolf'ta gösterdi. İçinde bir çeşit vahşi orman vardı çünkü hayatı boyunca hiç tatmin olmamıştı, hiçbir zaman hiçbir şeyden. Tabi ki bu onun ressam olarak gücünü azaltmıyordu. Çatışmaları onun hayatının içindeydi. Çalışmlarında değil.''
(The Moon-Woman Cuts Circle, 1943)
Resmi Jung'un sembolleri üzerinden ele aldığımızda şunları söyleyebiliriz; '' Ay kadını temsil ediyor. Pollock, bilinçle bilinçdışının iletişime geçtiği Daireyi Kesen Ay Kadın resminde kadınlarla olan problemlerini ele almıştır.''
(Mural, 1944)
1943 yılında Peggy Guggenheim'dan (ABD'li sanat koleksiyoncusu) evine duvar resmi yapması için teklif alır. İlk büyük boyutlu çalışması olan Mural isimli duvar resmini 1944 yılının başında tamamlamıştır.
(Totem Lesson 1, 1944)
(Totem Lesson 2, 1995)
1940'ların ortalarına dek Pollock'un eserlerinin ayırt edici özelliği, hızlı uygulama, biçimsel ve tematik çoğulculuk, doğaçlama ve formların perdelenmesi olarak değerlendirilebilir. 1940'lı yılların başında yaptığı resimleri Totemik Dönem olarak adlandırılmaktadır.
(Guardians of The Secret, 1945)
Pollock, 1943 yılında ilk kişisel sergisini açar ancak asıl çıkışını 1947-1951 yıllarında gerçekleştirmiş olduğu kendine özgün tarzı olan damlatma tekniği ile yapmış olduğu resimleriyle elde eder. Bazen boyayı fırça ile damlatıyor, bazen bir sopayla sürüyor, malayla yayıyor, hatta doğrudan doğruya kutudan akıtıyordu. Kum, kırık cam, çivi ya da etrafa dağıtılmış herhangi başka yabancı maddeleri boyaya karıştırıyordu. Sigara külleri ya da denk gelirse bir arı ölüsü resimdeki yerini alıyordu.
1945 yılında eşi ile birlikte Long Island'da bir çiftlik evine taşınıp alkolü bıraktığı dönemde tablolarında daha çok parlak kırmızılar, limon yeşilleri, kraliyet mavileri, açık morlar ve yoğun sarılar kullanmıştır. Karısı Lee Krasner sanatçının hayatında ve çalışmalarında önemli bir yer oynamıştır. ''All Over'' tekniğini geliştirmesi için Pollock'u teşvik etmiştir. Pollock'un bu eseri tam bir damlatma boyama yapmadan önce yaptığı son parçalardan biri olduğu için kariyerinin önemli bir dönemidir.
(Number 1, 1949)
Number 1 isimli eser Pollock'un soyut ekspresyonizme katkıda bulunduğu radikal yöntem olan ''damla'' ve ''dökme'' tekniğinin başyapıtıdır.
(Number 7, 1951)
(Portrait and a Dream, 1953)
Pollock'un resimleri alkole dönüşüyle birlikte dramatik bir şekilde değişir. Bu resimlerde Pollock drip resimlerindeki gibi renk kullanmayı bırakır. Resimleri genellikle beyaz tuvale dökülmüş siyahtan oluşur.
(Number 5, 1948)
1949 yılında ABD'nin en iyi kazanan Avant-Garde sanatçısı unvanını kazanan Pollock'a karşı eleştiriler giderek sertleşiyordu. Pek çok sanatçı ve resim hocalarından Thomas Hart Benton Pollock'un sanatını kabul etmiyor ve başarısız buluyordu. Resimleri saçma, kaba ve kaotik olarak görülüyordu. Yapıldıkları dönem satılamayan, unutulmuş ya da önemsenmeyen Pollock'un eserlerinin değeri gün geçtikçe büyüyor. Number 5 isimli çalışması bugün dünyanın en pahalı sanat eserlerinden biri sayılmaktadır.
1950'li yıllarda CIA'in, Sovyetler Birliği'ne karşı propaganda savaşının bir parçası olarak kültürel girişimleri finanse ettiği, bu nedenle Amerikan soyut dışavurumcu sanatçıları bir araya getirerek bir grup oluşturduğu ve ortak sergiler açmaları sağlandığı bilinir. Siyasi ve kültürel vakıfların, CIA destekli hayır amaçlı yardım kuruluşlarının bu sanatçıların sergilerini organize ettiği ve resim satın alarak da sanatçılara destek olduğu yazılır. Pollock da desteklenen sanatçılar arasındadır ancak CIA'in dışavurumculuk akımını neden desteklediği hala tartışmalı bir konudur.
Soyut dışavurumculuğun en önemli temsilcilerinden, 20 yüzyılın en önemli sanatçılarındandır. ''Bilinçaltı modern sanatın çok önemli bir parçasıdır ve bence bilinçaltı ve dürtüler resimlere bakarken çok önemlidir.'' der ama alkolizme yenik düşmüştür. 1956'dan sonra resim yapmayı bırakır. Bir ikon haline getirilmiş, ünlü ve zengin olmuş ama yalnız, mutsuz ve anlaşılmamış hissediyordur. Eşiyle ayrı yaşamaya başladıktan sonra 18 ay resim yapmaz ve kilo alır. 11 Ağustos 1956 gecesi otomobiliyle kaza yapar. Sevgilisi Ruth Kligman ağır yaralanır, arkadaşı Edith Metzger ve Jackson Pollock hayatını kaybeder.
Pollock'un kaza yaptığı tarihlerde Paris'te olan Krasner bu olaydan sonra ömrü boyunca yas tuttu ve ölene kadar 20 yıl boyunca eserler vermeye devam etti. Bu süreçte Pollock'un eserleri ile o ilgilendi ve resimleri müzelere dağıttı. Daha sonra Pollock-Krasner Vakfı'nı kurarak genç ve parlak sanatçılara burs verdi. Krasner de 1948'de hayatını kaybetti.
All Over Kompozisyon; Ressam, resmini oluşturan ögeleri tablonun bütün yüzeyine dağıtır, öyle ki plastik alan, ilgi odağının öne çıkarılması nedeniyle o ana kadar daima eksik kalan bütünlüğe kavuşur. Bu tür bir düzenleme, resimde yeni bir dönem başlatmaktadır, zira düzlemin tamamının kullanılmasına ve başlangıçtaki tutarlılığın korunmasına olanak verir. İzleme sırasında tuvalin üzerinde gezinen göz, eşit yoğunlukla, yüzeyin bütün kısımlarını keşfeder. Pollock bu yöntemi kullanan ilk ve tek kişidir.
Dripping; Kimi zaman akışkan maddeyle yapılmış bir resmi, bir çubuk yardımıyla tuval üzerine yansıtmak, kimi zaman da yere konulmuş bir tuval üzerine doğrudan bir kaptan boya damlatılması şeklinde resim yapılması yöntemine dripping denir.
Bu sıradışı sanatçıyı merak edip hayatını daha yakından tanımak isteyenler Ed Harris'in yönetip başrolünde oynadığı 2000 tarihli Pollock filmini izleyebilirler. izlenmeye değer bir film olduğunu belirtmeliyim.
Hayalinizdeki üniversiteyi bulalım